1944 yılında Bünyan’da doğdu.İlk ve ortaokulu Bünyan’da okudu.Kayseri Lisesi’nden mezun oldu.Erzurum
Eğitim Enstitüsünü bitirdi.Ordu’da öğretmenlik yaptı.Bünyan Lisesinde Müdür yardımcılığı ve Müdür
Başyardımcılığı görevinde bulundu.Bünyan Ticaret Lisesinde Müdür olarak hizmet verdi.1970 yılında
öğretmen Türkan Hanımla evlendi.Bu evlilikten ikisi kız bir erkek çocuğu dünyaya geldi.Hepsi de evlendi.Ben
de artık torunlarımla haşir-neşir oluyorum.
İnsanın doğup büyüdüğü, çocukluğunun gençliğinin, yaşamının büyük bir bölümünün geçtiği, ecdadının
mezarlarının bulunduğu yerden ayrıldıktan sonra özlememesi mümkün olabilir mi? Çocukluğumuzda evimizin
bahçesi Kayabaşı’ndan akan suyla sulanırdı. Kayabaşı’nın en yüksek yerinden pırıl pırıl sular çağlayan
olarak akar bahçelere ulaşırdı. Suyun yüksekten düşerken rüzgârın etkisiyle savrulması yüzümüze yağmur
damlaları gibi çarpar, bunu bir oyun haline getirir mutlu olurduk. Öyle bir görüntüyü şimdi öyle özlüyorum ki.
Havuzlar temizlenirken ırmağın suyu velevin’den akıtılır çağlayanlar yaparak akan suyun gürültüsünü
evimizden dinlerdik. Bulanık suyla birlikte havuzdan o kadar çok balık gelirdi. Biz çocuklarda su kesilince
balıkları toplar evimize getirirdik. Tavada kızartılan bu balıkların tadını hiçbir yerde bulamıyorum.
Pınarbaşı’ndan doğan suyun, kaynak sularının ve derelerin geçtiği terdeki doğal güzelliliği olan bağların,
bahçelerin verdiği canlılıkla, yeşilliklerle ismi özdeşleşen yeşil Bünyan’ı özlememek mümkün mü?
Bünyan halısı, Sümerbank yünlü sanayi müessessi olmasına rağmen işi olmayan insanlar çalışmak için
başka illere gittiklerinde hem gidenler hem de kalanlar özlemle birbirlerini beklerlerdi. Bizde çocuklarımızın
üniversite tahsili için Bünyan’dan ayrılıp İstanbul’a geldiğimizde aynı duygular içerisindeydik. Öyle ki eşim ev
eşyalarının büyük bir bölümünü açmadı. Bünyan’a geri dönelim diyordu. İstanbul’da su yoktu. Kalabalıktı.
Bünyan’daki güvenden eser yoktu. Bünyan’da çocuklarımız sokakta saatlerce korkusuz oynarlar. Oyunlarını,
oyuncaklarını kendileri hazırlarlar, en küçük bir korku ve endişe aklımıza gelmezdi. Şimdi İstanbul’da
torunumun elini sıkıca tutmadan yolda yürüyemiyorum.
Bünyan’da evimizin bahçeye bakan odasında Mayıs ayının sonları ile Haziran başlarında sabah pencereyi
açardım odanın içine gül kokusu dolar, gece de bülbül öterdi. Bir hafta önce eşim ile Kadıköy’de yürürken
gülleri kokladı; “güller kokmuyorlar “ dedi. Aklıma Karacaoğlan’ın “ İndim seyran ettim frenkistanı / illeri var
bizim ile benzemez / levin tutmuş goncaları açılmış/ gülleri var bizim güle benzemez ” dörtlüğü aklıma geldi.
Öyle ki Bünyan’dan iki defa gül fidanı getirdim ama burada tutturamadım.
Bünyan’ın her yerini (Pınarbaşı’nı, Kayabaşı’nı, Kayaaltın’ı, Yuvadereği, Büngüldek, Bük, Dererağan, Çakıllı
pınar, Alın pınarı Hazirandan mis gibi çiçek kokan tarlalar arasında ekilmeden boş bırakılan yerlerdeki
topladığımız otları ilkbaharda koyaklarda kalan karları toplayıpta pekmeze katıp yemeyi, süzek yoğurduğunu
hafta sonları fırınlarda yaptırıp kahvaltı için evimize getirdiğimiz cıvıklıyı ‘hiç sofraya’ demeden çocukların
sofrada yerlerini almalarını….) özledim.
Bünyan, doğup büyüdüğüm yıllarca çalıştığım, eğitimine katkı yaptığım yeşil ilçem. Ben Marmara’nın göl
gibi durgun bir ucunda / sen atılmış gibi yurdun bir ucunda ben sana hasret olarak.. En büyük dileğim, bir
zamanlar ekonomik olarak ileri düzeyde olan ilçemin yeniden o zamanki seviyesine erişmek için
(Almanya’dan gelen 90 kişilik öğrenci grubuna Kayabaşı’nı gezdirdiğimde, “ burası Kapadokya’dan daha
güzel ve etkileyici. Burayı neden tanıtmıyorsunuz? “ dediler. Bütün bu yerleri ve çevredeki ören yerlerini
açığa çıkarıp tanıtarak, turizm sayesinde ekonomik düzlüğe çıkması en büyük özlemlerimden biridir.
Mustafa ÇEVLİKLİ
Eğitim Enstitüsünü bitirdi.Ordu’da öğretmenlik yaptı.Bünyan Lisesinde Müdür yardımcılığı ve Müdür
Başyardımcılığı görevinde bulundu.Bünyan Ticaret Lisesinde Müdür olarak hizmet verdi.1970 yılında
öğretmen Türkan Hanımla evlendi.Bu evlilikten ikisi kız bir erkek çocuğu dünyaya geldi.Hepsi de evlendi.Ben
de artık torunlarımla haşir-neşir oluyorum.
İnsanın doğup büyüdüğü, çocukluğunun gençliğinin, yaşamının büyük bir bölümünün geçtiği, ecdadının
mezarlarının bulunduğu yerden ayrıldıktan sonra özlememesi mümkün olabilir mi? Çocukluğumuzda evimizin
bahçesi Kayabaşı’ndan akan suyla sulanırdı. Kayabaşı’nın en yüksek yerinden pırıl pırıl sular çağlayan
olarak akar bahçelere ulaşırdı. Suyun yüksekten düşerken rüzgârın etkisiyle savrulması yüzümüze yağmur
damlaları gibi çarpar, bunu bir oyun haline getirir mutlu olurduk. Öyle bir görüntüyü şimdi öyle özlüyorum ki.
Havuzlar temizlenirken ırmağın suyu velevin’den akıtılır çağlayanlar yaparak akan suyun gürültüsünü
evimizden dinlerdik. Bulanık suyla birlikte havuzdan o kadar çok balık gelirdi. Biz çocuklarda su kesilince
balıkları toplar evimize getirirdik. Tavada kızartılan bu balıkların tadını hiçbir yerde bulamıyorum.
Pınarbaşı’ndan doğan suyun, kaynak sularının ve derelerin geçtiği terdeki doğal güzelliliği olan bağların,
bahçelerin verdiği canlılıkla, yeşilliklerle ismi özdeşleşen yeşil Bünyan’ı özlememek mümkün mü?
Bünyan halısı, Sümerbank yünlü sanayi müessessi olmasına rağmen işi olmayan insanlar çalışmak için
başka illere gittiklerinde hem gidenler hem de kalanlar özlemle birbirlerini beklerlerdi. Bizde çocuklarımızın
üniversite tahsili için Bünyan’dan ayrılıp İstanbul’a geldiğimizde aynı duygular içerisindeydik. Öyle ki eşim ev
eşyalarının büyük bir bölümünü açmadı. Bünyan’a geri dönelim diyordu. İstanbul’da su yoktu. Kalabalıktı.
Bünyan’daki güvenden eser yoktu. Bünyan’da çocuklarımız sokakta saatlerce korkusuz oynarlar. Oyunlarını,
oyuncaklarını kendileri hazırlarlar, en küçük bir korku ve endişe aklımıza gelmezdi. Şimdi İstanbul’da
torunumun elini sıkıca tutmadan yolda yürüyemiyorum.
Bünyan’da evimizin bahçeye bakan odasında Mayıs ayının sonları ile Haziran başlarında sabah pencereyi
açardım odanın içine gül kokusu dolar, gece de bülbül öterdi. Bir hafta önce eşim ile Kadıköy’de yürürken
gülleri kokladı; “güller kokmuyorlar “ dedi. Aklıma Karacaoğlan’ın “ İndim seyran ettim frenkistanı / illeri var
bizim ile benzemez / levin tutmuş goncaları açılmış/ gülleri var bizim güle benzemez ” dörtlüğü aklıma geldi.
Öyle ki Bünyan’dan iki defa gül fidanı getirdim ama burada tutturamadım.
Bünyan’ın her yerini (Pınarbaşı’nı, Kayabaşı’nı, Kayaaltın’ı, Yuvadereği, Büngüldek, Bük, Dererağan, Çakıllı
pınar, Alın pınarı Hazirandan mis gibi çiçek kokan tarlalar arasında ekilmeden boş bırakılan yerlerdeki
topladığımız otları ilkbaharda koyaklarda kalan karları toplayıpta pekmeze katıp yemeyi, süzek yoğurduğunu
hafta sonları fırınlarda yaptırıp kahvaltı için evimize getirdiğimiz cıvıklıyı ‘hiç sofraya’ demeden çocukların
sofrada yerlerini almalarını….) özledim.
Bünyan, doğup büyüdüğüm yıllarca çalıştığım, eğitimine katkı yaptığım yeşil ilçem. Ben Marmara’nın göl
gibi durgun bir ucunda / sen atılmış gibi yurdun bir ucunda ben sana hasret olarak.. En büyük dileğim, bir
zamanlar ekonomik olarak ileri düzeyde olan ilçemin yeniden o zamanki seviyesine erişmek için
(Almanya’dan gelen 90 kişilik öğrenci grubuna Kayabaşı’nı gezdirdiğimde, “ burası Kapadokya’dan daha
güzel ve etkileyici. Burayı neden tanıtmıyorsunuz? “ dediler. Bütün bu yerleri ve çevredeki ören yerlerini
açığa çıkarıp tanıtarak, turizm sayesinde ekonomik düzlüğe çıkması en büyük özlemlerimden biridir.
Mustafa ÇEVLİKLİ
Yorumlar
Yorum Gönder